14 Ağustos 2013 Çarşamba

“HARRY POTTER” (DANIEL RADCLIFFE) GERÇEK ÖYKÜSÜNÜN BİZE ÖĞRETTİKLERİ..

“HARRY POTTER” (DANIEL RADCLIFFE) GERÇEK ÖYKÜSÜNÜN BİZE ÖĞRETTİKLERİ..

Küçük yaşta 'Harry Potter' serisiyle şöhrete kavuşan 24 yaşındaki oyuncu Daniel Radcliffe, alkol ve uyuşturucunun pençesine düştü. Birkaç yıldır alkol sorunu yaşayan Daniel, gün geçtikçe daha çok alkol kullanıp, uyuşturucu bağımlısı da oldu ve en son geldiği nokta onu tanınmaz hale getirdi..

In Touch” dergisi, genç oyuncuyla ilgili şu yorumda bulundu: "Daniel, şöhretle çok erken yaşta tanışan birçok oyuncunun yaşadıklarını yaşıyor. Bu genç yıldızların güvenilir bir arkadaş çevreleri yok. Medya baskısı altındalar. Aileleri, bulundukları sektörle ilgili kendilerine tavsiyede bulunacak bilgiye sahip değil. Bir an büyük bir popülarite, bir an unutulmuşlukla yaşıyorlar. Bunu kaldırabilmeleri çok kolay değil. O yüzden alkol ve uyuşturucu, hayatlarında önemli bir yer tutuyor."

Daniel Radcliffe örneği, şöhretin zirvesindeyken alkol ve uyuşturucu nedeniyle hayatları sönen ünlü örneklerinden yalnızca biridir, henüz 30 yaşını göremeden uyuşturucu ve alkol batağında, tüm servetlerine ve şöhretlerine rağmen yapayalnız v e sevgisizlik ortamında ibretlik ölümler gördük kısa yakın geçmişte... Amy Winehouse, Kristen Pfaff, Casey Johnson, Anna Nicole Smith sadece birkaç örnektir.

Erken yaşta gelen şöhret ve para ama öte yandan içi bir değerle doldurulamayan bir yaşam ve bu değersizliğin, bunca hayran kitlesine rağmen sevgisiz ve yalnızlığın içinde kaldıkları mutsuzluk var hayatlarında.

Bu mutsuzluğun içindeyken çıkarcı çevre, akbaba gibi etraflarında bekleyen uyuşturucu tacirleri, magazin medyası, servet avcıları, kısacası kötü niyetli insanların pençesine düşüş çok kolaydır. Çünkü nefislerini koruyacak bir ruh hali ve düşünce sistemi, arkalarından kollayacak iyi dost, kardeşçe doğru tavsiyelerde bulunacak iyi gün-kötü gün yakınları yoktur.

Böyle bir yaşam sürerken ne para, ne servet, ne de hayranları böylesine kötü sona mani olamıyor işte gördüğümüz gibi.. Ve her şey bu dünyada kalıyor.. birkaç kısacık şöhret yılından sonra ya genç yaşta ölüm, ya da kimsenin artık hatırlamadığı sefil bir yaşam.. Bu örnekler ibretliktir!

Aile, arkadaş çevresi ve makro planda toplumda sevgiyi yaşatamadığımız sürece kendi toplumumuzun içinden de, vicdanlarımıza sığmayan böyle örnekler vermeye devam edeceğiz.. Bu örnekler en çok Batı tipi tüketim toplumundan çıkıyor, çünkü manevi birliğin ve sevginin yitirmişliğini en çok onlarda görüyoruz.. Sevginin yaşatılmadığı toplumlar ne şöhretlerine sahip çıkar, ne de ellerinden tutar, tam bir tüketim toplumudurlar ve en hızlı tükettikleri şey, duygularıdır..

Yüksek kültürlü, her şeyin bol ve kolay ulaşılabilir görünümün ardında bu tip toplumun en ulaşamadığı, esasında en muhtaç olduğu şey, gerçek anlamda insani ilişkiler, sevgi, merhamet ve şefkat duygusudur. Şu bir gerçektir ki, aile, toplumsal tarihsel gelenek, derin kültür ve milli ülküyü ve en önemlisi inancı yaşatacak araçlardan mahrum edilmiş bir toplumda en önce yozlaşacak ve kaybolacak şey insani ve manevi değerlerdir.

Bu yüzden gençlerimize yaşamın gayesini, dünya hayatı ile ölüm sonrası bizi bekleyen sonsuz planı, nereden ve ne için geldiğimizi, Allah’ın bizi nasıl bir sevgi ile yarattığını ve bizlerin içinde O’nun sevgisinden tecelli eden ruhun bulunduğunu, bu ruha ne kadar özenle sahip çıkmamız gerektiğini, birbirimize Allah’tan ötürü nasıl sevgi duyacağımızı, kardeşliği anlatabiliyor olmalıyız.

Gençlerimizin karşısına çılgınca dizi, magazin, gece hayatı programları değil, yaradılış gerçeğini ilmi olarak anlatan eserleri, Kuran’daki hakikat ve bilimsel mucizeleri, iman hakikatlerini, insanın içinde sanata, mimariye, estetik ve zevk duygusuna şevk uyandıran bilgileri koyalım. Hatta bu çağrıyı sadece ailelere, anne-babalara değil, devletimize, Milli Eğitim Bakanlığına, Sivil Toplum Kuruluşlarımıza da yapalım. Bu etik ve ahlak eğitimi genel eğitim sistemimizin ayrılmaz, elzem bir parçası olmalıdır.

Bu gerçekliği iyi kavrayan gençlerin ilgi odağı ne alkol olur, ne de başka kötü alışkanlıklar. Kuran okuma alışkanlığını bilimsel gerçeklerle paralel öğrenen birisinin ilgi odağı, bilim olur, teknoloji olur, okumak, araştırmak, sanatla uğraşmak, çevresini güzelleştirmek olur.. Her şeyden evvel kendi öz varlığını, kendi ruhunu güzelleştirmek, çünkü Kuran’ın bildirdiği güzellikler çerçevesinde yaşayan insanın en çok gözetlediği şey tüm evrenin Yaratıcısı ve dünya sonrası asıl gerçek hayatı tarif eden Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmaktır.


Ferda Ozcan
Twitter: @FerdaOzcan




6 Ağustos 2013 Salı

“CESUR YENİ DÜNYA” DÜZENİNE KARŞI DAHA CESUR İSLAM BİRLİĞİ

“CESUR YENİ DÜNYA” DÜZENİNE KARŞI DAHA CESUR İSLAM BİRLİĞİ

Aldous Huxley’in 1931 yılında kaleme aldığı “Brave New World” (Cesur Yeni Dünya) adlı kitabında 26. yüzyılın yapay toplumu anlatılır. Bu toplum tamamen zihni konrol altına alınmış bireylerden oluşur ve katı kast sistemine dayalıdır. Bu topluma istenen tüketim ve davranış biçimine yönlendirmek için, bebeklikten itibaren belirli telkinler verilir, doğaya sevgi, bilgiye ve araştırmaya yönelim, düşünme yeteneği, inanç sistemleri, ahlakı algılama biçimi vb. insani değerler bebeklerin yetiştirildiği kreşlerde biçimlendirilir, çeşitli bilinçaltını etkileme yollarıyla tam istenen insan tipolojileri üretilir ve böylelikle tüm dünya kontrol altında tutulur..

Kitabın bir bölümünde örneğin insanda kitap ve çiçek sevgisinin nasıl yok edilip, hatta nefrete dönüştürüleceği anlatılır... Başta kitap ve çiçeklerle dolu odaya konan, kitaplara çiçeklere alıştırılıp, onlarla sevinç çığlıklarıyla oynayan 8 aylık bebeklere o an orta şiddette elektrik şoku verilir, bu işlem birkaç kez tekrarlanınca, bebekler kitap ve çiçekleri gördükleri an dehşetle paniğe kapılıp ağlamaya başlar ve onlara asla yaklaşmaz.

Huxley’in anlattığı bu dünya, kitabı yayınlandığında birçok eleştirmen ve okuyucu tarafından ütopik olarak değerlendirilmişti, ne var ki aradan geçen 70-80 yıllık süreçte, bugün bu kitabı ele aldığımızda, birçoğumuz böyle dünyanın ütopik olmadığını, tam aksine bizi çevrelediğini ve içine hapsetmeye çalıştığını anlıyoruz.

TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

“Toplum Mühendisliği” dünyayı şekillendirmek isteyen güçlerce çok aktif kullanılan bir araçtır. Bu mühendislikte, medya kartelleri, çeşitli ülkelerde çeşitli kesimlerden yazar ve yorumcular, TV adamları, siyasetçiler, sanatçılar, tanınmış şahsiyetler, akademisyenler ve hatta sporcular kullanılmaktadır.

Bugün Hollywood’un, ABD’nin koskoca gelir kaynağı ve sinema endüstrisi olmakla kalmayıp, Pentagon, CIA gibi ajanslarla ortak çalıştığı ve toplumlara belirli mesajlar yerleştirmek için kullanıldığı bilinen bir gerçektir.

Bu anlamda en etkin olan Hollywood ürünleri, özellikle Amerikan yaşam tarzının reklamı, ordusunun yenilemez ve üstün olduğu, Batı tarz müziğin dünyanın her yerinde dinlenmesi konularında paha biçilemez! bir hizmet vermektedir.

Son birkaç onyılda da, Allah inancı, din ve özelinde Müslümanlık üzerine farklı algılar inşa etme çabasına şahit olmaktayız.

11 Eylül saldırıları öncesinde de ve saldırılarla birlikte çok pekişerek şu algı inşaatı devam etmektedir:

-         “Terörizmi İslam’la aynı çizgide” gösterme telkini
-         Mezhep çatışmalarının körüklenmesi.

MADALYONUN DİĞER YÜZÜ

Şimdi Dünyada yoğun olarak işlenen “İslamofobi” telkininin öteki yüzünden bakarsak; bu fobinin doğması için neler yapılmıştır ?

Nasıl Huxley’in bebek deneyi örneğinde, bebeklerde elektrik şokla kitap ve doğadan uzaklaşma ve korku algısı oluşturulduysa, dünyada da elektrik şok işlevini gören araçlarla İslam’a karşı uzaklaşma ve korku algısı oluşturulmaktadır.

Bu bilinçli ve çok iyi tasarlanmış bir stratejidir...
İslam’a karşı korku gerçekte, İslam’ın içinden dünyayı korkutacak ve tehdit  unsurlarını çıkaracak olmasından değildir asla, bu korkunun sebebi İslam’la bağdaşmayan ve İslam’ın içinden çıkmayan “elektriksel şokların” yapay olarak tasarlanıp verilmesinden kaynaklanmaktadır.

ABD, NATO veya BM askeri güçlerinin tek tek Taliban veya El-Kaide tehdidinin oluştuğu her coğrafyaya konuşlanması ve o coğrafyaların doğal kaynak zengini olması hepimiz için tesadüf olmadığının aşikar örneğidir. Diğer yandan da CIA’in Taliban ve Hizbullah’la yakın ilişki kurduğu gerçeğinin zaman zaman medyaya sızması dikkat çekicidir. Taliban’ın, El-Kaide’nin, Hizbullah gibi örgütlerin nasıl ve kimler tarafından finanse edildiği ise üzerinde detaylı ve dikkatle düşünmemiz gereken bir gerçektir.

Öte yandan İslam ülkelerinin Batı medyasında sürekli eğitimsizlikle, sefaletle, iç kargaşa ile, salgın hastalıklar, bağnazlık, kültürsüzlük, İslam’ın da aslında yasakladığı hurafe inanışlar ile katı vahşi geleneksel törenin uygulanışı ile gündeme getirilmesi yine korku salan, nefrete ve fobiye yol açan bilinçli bir algı yaratma çabasından başka şey değildir.

Tıpkı, tüm İslam ülkelerini “kültürel emperyalizm” planının içinde alınıp, ekonomik gelişmeye, kültürel kalkınmaya, bilim ve teknoloji yatırımlarının yapılmasına çok sayıda yollarla izin verilmemesinin de aynı planın parçası olması gibi..

İSLAM TOPLUMU NEDEN HEDEF ?

"İslam" kelimenin kökü itibariyle "barış" anlamına gelmektedir. İslam dininin hakkıyla yaşandığı ve Kur'an'daki hoşgörü, sevgi ve güzel ahlakın hakkıyla gözetildiği toplumlarda anarşi ve kargaşanın olması pek kolay değildir. Dahası, Kuran ahlakının yaşatıldığı toplumun bir takım küresel hegemonya kurmak isteyen derin güçlerce abluka altına alınması ve sömürülmesi mümkün değildir.

Çünkü İslam insan ruhunu ve karakterini en yüksek kalitede tutan bir yaşam motivasyonudur. Kuran ahlakına ve İslama gerçek tüm manasıyla uyan kişi, öncelikle bilgilidir, araştırmacıdır, moderndir, sevgi ve neşe doludur, etrafındaki herkese, diğer dinler dahil olmak üzere son derece saygılıdır, hoşgörülüdür, Müslüman adalet dengesini en yüksek seviyede tutar ve en yapmayacağı şey, kavga, fitne ve kargaşadır.

İslam literatürüne baktığımız zaman anarşizmin karşılığı da "fitne"dir. Kuran ve hadiste fitne kelimesi "saptırma", imtihan, kargaşa ve "isyan" gibi anlamlara gelirken, "fitne" kelimesi toplumsal anlamda anarşi ve kargaşayı ifade etmektedir.

Gerek Kur'an'da gerek hadislerde fitne açık bir biçimde eleştirilmekte ve uzak durulması istenmektedir. Allah Kur'an-ı Kerim’de: " Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 25.ayet) buyurarak kargaşa ve anarşinin tüm insanlığı tehdit eden tehlikeli ve korkunç sonuçlarına işaret etmektedir.

Hz. Peygamberimiz (s.a.v), demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan muhalefete karşı da şiddet kullanmamıştır. Kendisine karşı gelenlere bile tebessümle karşılık vermesi en sert kalpleri bile yumuşatmıştır.

Yani İslam’ın insanlara kazandırdığı yaşama ve düşünme biçimi, yazımın en başında dile getirdiğim, toplumu istendiği gibi kurgulama planının en güçlü, en yenilemez anti-zehri, bir devleti, bir mlleti, bir ümmeti koruyacak ve dünyada barışı sağlayacak olan en kuvvetli kalkandır. Bunu öteden beri çok iyi bilen derin güçler, İslam’ı ana hedef olarak belirlemişler, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı coğrafyaların bir de doğal kaynak zengini olması, bu derin planı daha da sertleştirmiş, acımasızlaştırmıştır.

Bu yüzden derin dünya planlarının bu cesaretine karşı daha fazla cesaret ve güç kazanmak için Dünya Müslümanlarının Birlik kurması vazgeçemeyeceğimiz, ihmal edemeyeceğimiz bir ihtiyaçtır. Allah’ın Kuran ile bildirdiği bizim iyiliğimiz ve huzur çinde yaşamamız için farzı ve emridir. Bu yüzden Batı derin devletinin bu yayılmacı toplum mühendisliğine vereceğimiz en iyi cevap ve en cesur dünya düzeni olan İslam Birliği’ni kurmaktır.

Ferda Özcan