15 Eylül 2013 Pazar

SONBAHAR DİRENİŞİ ÇAĞRILARI ASLINDA NEYE KARŞIDIR?

SONBAHAR DİRENİŞİ ÇAĞRILARI ASLINDA NEYE KARŞIDIR?

Eylül’ün gelmesiyle birlikte Ergenekon tutuklularından  gelen “Sıcak Sonbahar Eylemleri” vaadi birçok şekliyle kendini göstermeye başladı. Bu eylemlerin 2.Taksim ayaklanması üzerinden temel amacının bir devrim ve hükümet darbesi olduğunu da hepimiz biliyoruz artık..

Tıpkı 80 öncesgi yıllardaki gibi, toplumu ayrıştıran demeçler, 28 Şubat sürecindeki gibi, ülkemizin dindar kesimini hedef alan kamuoyu yönlendirmesi için bazı medya ve iş dünyası organizasyonları, sokak hareketlerine yönelik yasa dışı sol örgütlerin taşeron olarak kullanılması ve huzursuzluğun gençliğin arasına, üniversite kampüslerine taşınması gözlemlenebiliyor.

Öte yandan çekilmekten vazgeçmiş görünen PKK’nın Gezi Ayaklanması furyasına katılarak sözde devrimin bir tarafı olması bir diğer gündem olgumuzdur.

Bu öyle paradokstur ki, hükümeti ne pahasına olursa olsun devirmeyi ve kendi düzenini döndürmeyi amaçlayan odaklar, barış sürecinin çökmesiyle suçladıkları hükümeti devirmek uğruna adeta PKK terör örgütü ile ona her türlü yarayacak ideolojik-eylemsel işbirliğine girmiş durumdalar.

İkinci Gezi eylem hazırlığı sürdükçe, PKK-KCK ellerini ovuşturarak, yaptığı derin anlaşma gereği, eylemlerden beklediği sonuçtan ötürü umudunu kuvvetlendiriyor olmuş olacak ki, sözünü verdiği silahlı kanatların ülke dışına çıkarılmasını durdurmuş vaziyette.

Peki, ülkemizde ne olmaktadır ki, ellerinde olsa askeri darbeye de hemen “evet” diyecek odaklar, Gezi ve İkinci Gezi’yi ülke çapında organize etmektedir?

Ergenekon, Balyoz Dava süreçleri, Ceza Kanununda yapılan değişiklikler, Demokratikleşme süreci kapsamında uygulmaya konan birçok usûl ve uygulama değişikliği veya bilinen adıyla ‘Demokratikleşme Paketleri’ eksikleri olmuş olsa da, özellikle son 30 yıl içinde siyasal, ekonomik, sosyal ve en önemlisi demokratik hayatımızın aşağıda sıralanan utanç noktalarını temizlemeyi hedeflemiştir. Bu beyaz sayfaya geçiş, yeni neslimizin bir daha bu zorba, kısıtlama ve baskıları yaşamaması ve toplumumuzun siyasi, dini, kültürel, etnik tarafı ve inancı ne olursa olsun bir arada huzur ve barış ortamı içinde yaşaması adına toplum olarak hepimizin en büyük arzusu ve ihtiyacıdır. 

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERİ
1990’lı yılların özellikle 1992-1993-1994 kesiminde faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında ya da cezaevinde hayatını kaybetme olylarının en zirve yaptığı seneler olmakla birlikte, bu ihlallerin ve suçların kayda alınması konusunda bile eksik çalışmalar, karartılmış veya yok edilmiş belgeler söz konusudur.

1990-2011 yılları arasında bilinen faili meçhul cinayet sayısı 1.901’dir. Faili meçhul cinayetlerin en yoğun yaşandığı dönemler, 1992-1993-1994 yılları. 1990’da 11, 1991’de 31 olan faili meçhul cinayetler, 1992’dan itibaren tırmanışa geçiyor. 1992’de 362, 1993’te 467, 1994’te 423 faili meçhul cinayet gerçekleşiyor. Bunların birçoğu hala aydınlatılamamış siyasi cinayetlerdir. [*]

DEVLET VE ORDU MENSUPLARINI DA İÇİNE ALAN DERİN ÇETE VE ÖRGÜTLENMELER
1990’lılarda varlığı devlet kurumları tarafından bile onaylanmayan ve kendi inisiyatifiyle çalışan, birçok yeraltı isim ve örgütle karanlık bağlantılara sahip, devlet içinde küçük krallıklar oluşmuştur.

Bu örgütlenmeler aralarında da bağ kurarak kendi finans akışlarına, basında, medyada istedikleri kamuoyunu oluşturacak organlara, siyasetçilere istedikleri yasa ve kararnameleri çıkartacak baskı araçlarına, ordudaki bazı mensupları eliyle silah gücü stokuna, faili meçhulleri işletecek infaz kurumlarına, terör örgütlerine de eylem yaptıracak bağlantı ve finansman kaynaklarına sahiptir.

İŞKENCE YÖNTEMİ VE İKNA ODALARI
1990’lı yıllar işkence yöntemiyle suç işlememiş ve herhangi bir suç unsuru oluşturmayan faaliyette bulunanlara kendi derin örgüt sistemine şu ya da bu şekilde tehlike arz ediyor gerekçesiyle, suçu kabul ettirme ve suçu üstlenme dönemi olarak da meşhurdur. Ergenekon dava süreci ile su yüzüne çıkmış ve kanıtlanmış işkence failleri arasında devletin üst düzeyli bürokrasisinde yer almış insanlar da vardır. Üstelik suçları arasında yalnızca işkence değil, işledikleri işkence suçlarına ilişkin delil karartma, evrakları yok etme ve sahte evrak düzenleme gibi suçlar da sabit  bulunmuştur. Bu kapsamda özellikle Adil Serdar Saçan ve ekibinin işkence davası en bilinen ve ses getiren örneğidir.

DEVLETE VERİLEN EKONOMİK ZARAR
1990’larda ard arda gelen ekonomik krizlerin yapay olduğunu bugün artık biliyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz derin örgütlenmeler, ya hükümet devirmek ya da devletin kasasını kendi hesaplarına boşaltmak amacıyla 1990 ve 2000’lerin en başında sık sık kriz senaryolarını uygulamışlardır.

28 Şubat darbesinin devlet kayıtlarına geçmiş olan resmi zararı 251 Milyar TL olarak açıklanmıştır, ki bu o dönemin Türkiye Milli Gelir’inin 1,5 katıdır. Fakat ne var ki, 28 Şubat darbesinin yol açtığı 2001 krizinin geniş çaplı zincirleme zararları da düşünülürse, Türkiye ekonomisine vurduğu darbe 300 Milyar dolara, yani yaklaşık 450 Milyar TL anlamına gelmektedir.

TOPLUMUN KUTUPLARA AYRIŞTIRILMASI
1990’lı yıllar ve özellikle 28 Şubat darbesiyle Türkiye’yi zayıflatmayı hedefleyen en güçlü araç toplumu etnik, mezhepsel ve dindar-dindar olmayan kutuplara bölücü çalışmalardı. PKK bölücü terörü bu yıllarda ortaya çıktı, bağnaz ve gerici tarikatların medyada yaygın tanıtımı bu yıllarda yoğun şekilde yapılarak, Türkiye’de tüm dindar kesim bu tanıtımlar vesilesiyle zan altında bırakılıp laikliğin tehlikesiymiş gibi algılatıldı. Buna dayanarak okullardan devlet dairelerine kadar tüm ortak kamusal alanlarımız başlıca bölünme noktalarımız haline getirildi.

Başı açık veya örtülü kadınlar komşuluk yaparken ve bir sofrayı paylaşırken kamusal alanda yan yana o halleriyle bulunamıyordu. Türk ve Kürt bin yıldır kardeşken ve aynı sofradan ekmeğini yerken, Kürt kardeşin çocukları PKK’ca dağa kaldırıyor iki kardeş arasında uçurumlar kazınıyordu. Alevi de, Sünni de aynı Allah’ın kulu ve aşığıyken, Alevi kardeşimiz birilerince fişleniyor ve Sünni kardeşe haşa dini yokmuş gibi lanse ediliyodu.

Hal böyleyken, yıllarca zarar gören Türkiye ve Türkiye’nin her kesimden insanı oldu. Aynı vatan için savaşlarda saf tutmuş ecdadın evlatları bugün birbirine zıt kutuplara itiliyor, ceplerinden hakları çalınıyor, en temel haklardan inanç ve ibadet hakkı rejim tehlikesi gösteriliyor... Türkiye kutuplaştırılarak zayıflatılıyordu.

Son verilmek istenen düzen bu düzendir. Ergenekon Terör Örgütünün deşifre edilmesi ve arkasından gelen bunca dava, hala deşifre edilmesi gereken medya-siyaset dünyası-iş dünyası derin ilişkilerinin araştırılması, ‘barış süreci’ çalışmaları - hepsi karanlık düzenin son bulması ve birlik beraberlik içinde nefes alan, gücüne güç katan, insanının birbirine derin saygı ve hoşgörü içinde modern Türkiye içindir.

Ve eğer bugün ülkemizde ayaklanma yapılıyor ve Ergenekon davasını, Balyoz davasını, 28 Şubat davasını istemiyoruz deniliyor, dedirtiliyorsa... siz düşünün amaç o eski düzene dönmek mi, yoksa Dünya’da müthiş güç kazanmaya başlayan Türkiye mi?


Kaynak:
[*] TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyon raporlarından

Ferda Özcan









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder