SONBAHAR DİRENİŞİ ÇAĞRILARI ASLINDA NEYE
KARŞIDIR?
Eylül’ün gelmesiyle birlikte
Ergenekon tutuklularından gelen “Sıcak
Sonbahar Eylemleri” vaadi birçok şekliyle kendini göstermeye başladı. Bu
eylemlerin 2.Taksim ayaklanması üzerinden temel amacının bir devrim ve hükümet
darbesi olduğunu da hepimiz biliyoruz artık..
Tıpkı 80 öncesgi yıllardaki gibi,
toplumu ayrıştıran demeçler, 28 Şubat sürecindeki gibi, ülkemizin dindar
kesimini hedef alan kamuoyu yönlendirmesi için bazı medya ve iş dünyası organizasyonları,
sokak hareketlerine yönelik yasa dışı sol örgütlerin taşeron olarak
kullanılması ve huzursuzluğun gençliğin arasına, üniversite kampüslerine
taşınması gözlemlenebiliyor.
Öte yandan çekilmekten vazgeçmiş
görünen PKK’nın Gezi Ayaklanması furyasına katılarak sözde devrimin bir tarafı
olması bir diğer gündem olgumuzdur.
Bu öyle paradokstur ki, hükümeti
ne pahasına olursa olsun devirmeyi ve kendi düzenini döndürmeyi amaçlayan
odaklar, barış sürecinin çökmesiyle suçladıkları hükümeti devirmek uğruna adeta
PKK terör örgütü ile ona her türlü yarayacak ideolojik-eylemsel işbirliğine
girmiş durumdalar.
İkinci Gezi eylem hazırlığı
sürdükçe, PKK-KCK ellerini ovuşturarak, yaptığı derin anlaşma gereği,
eylemlerden beklediği sonuçtan ötürü umudunu kuvvetlendiriyor olmuş olacak ki,
sözünü verdiği silahlı kanatların ülke dışına çıkarılmasını durdurmuş vaziyette.
Peki, ülkemizde ne olmaktadır ki, ellerinde
olsa askeri darbeye de hemen “evet” diyecek odaklar, Gezi ve İkinci Gezi’yi
ülke çapında organize etmektedir?
Ergenekon, Balyoz Dava süreçleri,
Ceza Kanununda yapılan değişiklikler, Demokratikleşme süreci kapsamında
uygulmaya konan birçok usûl ve uygulama değişikliği veya bilinen adıyla
‘Demokratikleşme Paketleri’ eksikleri olmuş olsa da, özellikle son 30 yıl
içinde siyasal, ekonomik, sosyal ve en önemlisi demokratik hayatımızın aşağıda
sıralanan utanç noktalarını temizlemeyi hedeflemiştir. Bu beyaz sayfaya geçiş,
yeni neslimizin bir daha bu zorba, kısıtlama ve baskıları yaşamaması ve toplumumuzun
siyasi, dini, kültürel, etnik tarafı ve inancı ne olursa olsun bir arada huzur
ve barış ortamı içinde yaşaması adına toplum olarak hepimizin en büyük arzusu
ve ihtiyacıdır.
FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERİ
1990’lı yılların özellikle 1992-1993-1994
kesiminde faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında ya da
cezaevinde hayatını kaybetme olylarının en zirve yaptığı seneler olmakla
birlikte, bu ihlallerin ve suçların kayda alınması konusunda bile eksik
çalışmalar, karartılmış veya yok edilmiş belgeler söz konusudur.
1990-2011 yılları arasında
bilinen faili meçhul cinayet sayısı 1.901’dir. Faili meçhul cinayetlerin en
yoğun yaşandığı dönemler, 1992-1993-1994 yılları. 1990’da 11, 1991’de 31 olan
faili meçhul cinayetler, 1992’dan itibaren tırmanışa geçiyor. 1992’de 362,
1993’te 467, 1994’te 423 faili meçhul cinayet gerçekleşiyor. Bunların birçoğu
hala aydınlatılamamış siyasi cinayetlerdir. [*]
DEVLET VE ORDU MENSUPLARINI DA İÇİNE ALAN
DERİN ÇETE VE ÖRGÜTLENMELER
1990’lılarda varlığı devlet
kurumları tarafından bile onaylanmayan ve kendi inisiyatifiyle çalışan, birçok
yeraltı isim ve örgütle karanlık bağlantılara sahip, devlet içinde küçük
krallıklar oluşmuştur.
Bu örgütlenmeler aralarında da
bağ kurarak kendi finans akışlarına, basında, medyada istedikleri kamuoyunu
oluşturacak organlara, siyasetçilere istedikleri yasa ve kararnameleri
çıkartacak baskı araçlarına, ordudaki bazı mensupları eliyle silah gücü
stokuna, faili meçhulleri işletecek infaz kurumlarına, terör örgütlerine de
eylem yaptıracak bağlantı ve finansman kaynaklarına sahiptir.
İŞKENCE YÖNTEMİ VE İKNA ODALARI
1990’lı yıllar işkence yöntemiyle
suç işlememiş ve herhangi bir suç unsuru oluşturmayan faaliyette bulunanlara
kendi derin örgüt sistemine şu ya da bu şekilde tehlike arz ediyor gerekçesiyle,
suçu kabul ettirme ve suçu üstlenme dönemi olarak da meşhurdur. Ergenekon dava
süreci ile su yüzüne çıkmış ve kanıtlanmış işkence failleri arasında devletin
üst düzeyli bürokrasisinde yer almış insanlar da vardır. Üstelik suçları arasında
yalnızca işkence değil, işledikleri işkence suçlarına ilişkin delil karartma,
evrakları yok etme ve sahte evrak düzenleme gibi suçlar da sabit bulunmuştur. Bu kapsamda özellikle Adil
Serdar Saçan ve ekibinin işkence davası en bilinen ve ses getiren örneğidir.
DEVLETE VERİLEN EKONOMİK ZARAR
1990’larda ard arda gelen
ekonomik krizlerin yapay olduğunu bugün artık biliyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz
derin örgütlenmeler, ya hükümet devirmek ya da devletin kasasını kendi
hesaplarına boşaltmak amacıyla 1990 ve 2000’lerin en başında sık sık kriz
senaryolarını uygulamışlardır.
28 Şubat darbesinin devlet
kayıtlarına geçmiş olan resmi zararı 251 Milyar TL olarak açıklanmıştır, ki bu
o dönemin Türkiye Milli Gelir’inin 1,5 katıdır. Fakat ne var ki, 28 Şubat
darbesinin yol açtığı 2001 krizinin geniş çaplı zincirleme zararları da
düşünülürse, Türkiye ekonomisine vurduğu darbe 300 Milyar dolara, yani yaklaşık
450 Milyar TL anlamına gelmektedir.
TOPLUMUN KUTUPLARA AYRIŞTIRILMASI
1990’lı yıllar ve özellikle 28
Şubat darbesiyle Türkiye’yi zayıflatmayı hedefleyen en güçlü araç toplumu
etnik, mezhepsel ve dindar-dindar olmayan kutuplara bölücü çalışmalardı. PKK
bölücü terörü bu yıllarda ortaya çıktı, bağnaz ve gerici tarikatların medyada
yaygın tanıtımı bu yıllarda yoğun şekilde yapılarak, Türkiye’de tüm dindar
kesim bu tanıtımlar vesilesiyle zan altında bırakılıp laikliğin tehlikesiymiş
gibi algılatıldı. Buna dayanarak okullardan devlet dairelerine kadar tüm ortak
kamusal alanlarımız başlıca bölünme noktalarımız haline getirildi.
Başı açık veya örtülü kadınlar
komşuluk yaparken ve bir sofrayı paylaşırken kamusal alanda yan yana o
halleriyle bulunamıyordu. Türk ve Kürt bin yıldır kardeşken ve aynı sofradan
ekmeğini yerken, Kürt kardeşin çocukları PKK’ca dağa kaldırıyor iki kardeş arasında
uçurumlar kazınıyordu. Alevi de, Sünni de aynı Allah’ın kulu ve aşığıyken,
Alevi kardeşimiz birilerince fişleniyor ve Sünni kardeşe haşa dini yokmuş gibi
lanse ediliyodu.
Hal böyleyken, yıllarca zarar
gören Türkiye ve Türkiye’nin her kesimden insanı oldu. Aynı vatan için
savaşlarda saf tutmuş ecdadın evlatları bugün birbirine zıt kutuplara itiliyor,
ceplerinden hakları çalınıyor, en temel haklardan inanç ve ibadet hakkı rejim
tehlikesi gösteriliyor... Türkiye kutuplaştırılarak zayıflatılıyordu.
Son verilmek istenen düzen bu
düzendir. Ergenekon Terör Örgütünün deşifre edilmesi ve arkasından gelen bunca
dava, hala deşifre edilmesi gereken medya-siyaset dünyası-iş dünyası derin
ilişkilerinin araştırılması, ‘barış süreci’ çalışmaları - hepsi karanlık düzenin
son bulması ve birlik beraberlik içinde nefes alan, gücüne güç katan, insanının
birbirine derin saygı ve hoşgörü içinde modern Türkiye içindir.
Ve eğer bugün ülkemizde ayaklanma
yapılıyor ve Ergenekon davasını, Balyoz davasını, 28 Şubat davasını istemiyoruz
deniliyor, dedirtiliyorsa... siz düşünün amaç o eski düzene dönmek mi, yoksa
Dünya’da müthiş güç kazanmaya başlayan Türkiye mi?
Kaynak:
[*] TBMM Faili Meçhul Cinayetleri
Araştırma Komisyon raporlarından
Ferda Özcan
Twitter: https://twitter.com/FerdaOzcan
E-mail: m.ferda.ozcan@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder