5 Ocak 2014 Pazar

BATI DERİN LOBİSİ’ne KARŞI MÜSLÜMANLARA BİR NOT

BATI DERİN LOBİSİ’ne KARŞI MÜSLÜMANLARA BİR NOT

İnsan doğduğunda kulağına okunan ezan, öldüğünde kılınacak cenaze namazı için okunur.. Hayat işte bu kadar kısa. Bu kısacık hayatın içine koskoca arzuları sığdırmaya çalışır durur insan..

Arzular dünyalık olduğunda öyle hırslara dönüşebiliyor ki, neticesi savaşlar, zulümler, soykırımlar, darbeler oluyor. Dünya hayatının gerçeği bir ezan ile namaz arasındaki mesafe kadar net olduğuna göre, bu hırslar ne için ?

Dünyanın son 30-40 yıllık tarihçesine baktığımız zaman, temel çatışma merkezlerinin Ortadoğu ve Pasifik Asya ülkeleri etrafında döndüğünü, başka deyişle Müslüman ülkeler etrafında olduğunu görebiliriz.

İslam, Kuran’a ve Peygamberi olan Hz. Muhammed’in (sav) öğütlerine göre yaşandığı zaman, biliriyoruz ki Müslüman Müslümana saldırmaz, eziyet etmez, dahası, Müslüman başka hiçbir din mensubuna, hatta inancı olmayan kişilere de saldırmaz. Çünkü İslam dini, mükemmel barış ve hoşgörü dengesesini sağlayan, insan özgürlüklerini gözetmekle demokrasiyi en iyi koruyan bir dindir.

Hal böyleyken, son 30 yıldır savaşlarda en çok Müslümanların ölmesi, en çok Müslüman ülkelerde çatışmaların çıkması bir tezattır ve üzerine düşünülmesi gerekir.

Yukarıda sözünü ettiğim çatışmaların doğması veya gelişmesindeki ayrıntılara baktığımız zaman ise, hiçbir şiddetin buralarda bağımsız doğmadığını, mutlaka bir yanda Batı Dünyası kaynaklı bir unsurla diğer yanda o ülkenin içinde Batı kaynaklı unsura taşeronluk yapan yerli bir unsurun olduğunu söyleyebiliriz.

Müslüman ülkelere müdahalelerde öne sürülen gerekçe İslamofobi etrafında birleşir, arkasında ise ya gerçekten fobiyi doğuran bağnazlık korkusu ya da ekonomik-stratejik güç arzusu yatar.

Şimdi Türkiye dahil Müslüman ülkelere bir kez daha bu açıdan bakalım.. Batı lobilerinin devletlerimizin ve bizim hayatlarımıza müdahale etmesindeki arzusunun sebebi nedir?

§  Genelde Müslüman coğrafya çok ciddi zenginlikte yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahiptir
§  Müslüman ülkeler Batı’nın azalan nüfusuna karşı artan kalabalık bir nüfusa sahip
§  Müslüman ülkelerde aile değerleriyle toplumsal brliği koruma değerleri çok güçlüdür
§  Müslüman ülkeler dolayısıyla çok ciddi genç nüfus potansiyeline sahip

Tüm bunlar düşünülünce, Müslümanlar Kuran’la vahyolunan “Birlik Olun” emrine uyunca tüm dünya dengesini Müslümanlar lehine değiştirecek devasa bir güç kaynağı söz konusu.

Şimdiye kadar dünya siyasetinin ve ekonomik kaynaklarının iplerini elinde tutmaya çalışan Batı lobisi, bunun iyi bir farkındalığıyla, Müslüman ülkeleri yakın bir markaja almış durumda.

Kendi içinde de derin bir koalisyon lobiye sahip Batı, mesafeler ne olursa olsun, dünyayı yönetmek için istihbarat örgütleri olsun, çeşitli ülkelerde STK’lar olsun, yasa dışı örgütler olsun yerel yapılara sızarak ve “gizli” ittifaklar kurarak kontrolü elinde tutmaya çalışır.

Bu bağlamda birçok Müslüman ülkede bağnaz ve İslam’la alakası olmayan örgütler de desteklenebiliyor ve Müslüman ülkelerin kucağında Batı tarafından büyütülen bu silah İslamofobi adı altında yine Müslüman ülkelere karşı doğrultulabiliyor.

Türkiye’de de yıllarca bu silah çalıştırıldı. Bu silahın zararlarını en çok İslami cemaatlerimiz, tarikatlerimiz, dindar, inançlı olan halk kesimlerimiz gördü. Halkta dine karşı müthiş bir önyargı, bilinçsizlik, soğukluk tasarlanarak bir toplum mühendisliği stratejisi uygulanmaya çalışıldı yıllarca.

Ne var ki, 2002 yılıyla birlikte Türk siyaseti bir dönüşüm aşamasına girerek söz konusu derin yapılanmayı geri çevirerek vesayet rejimine son veren reformlar başlatıldı.

Kısacası diğer birçok ülkede kökünü salan bu planlar Türkiye’de tutmadı, Türk halkının İslam’ı en modern, en bilgili, en demokratik yaşatmasıyla, Türkiye tüm Müslüman ülkeler arasında sıyrılarak, bu gücün verdiği destkle ekonomik alandaki sıçramasıyla da Dünya Lideri olan ilk 10 ülke arasında olmanın en kuvvetli adayı oldu.

Dünya siyasi sahnesine bir Müslüman ülke olarak çıkan yeni süper güç adayı Türkiye, artık Batı tarafından kontrol edilemeyen bir güçtü.

Bizim son 2-3 sene içinde Türk iç politikasında izlediğimiz direniş girişimleri, derin Batı lobisinin Türkiye gücünü engelleme yankılarıydı aslında. Ne var ki, yasa dışı aşırı sol örgütler, Gezi ayaklanması, MİT krizi gibi girişimler de amacına ulaşamayınca, ellerindeki son silah “Müslümanı Müslümana düşürme” fitnesini devreye soktular...

Bu yazının en başında yazdığım söze dönersek..  “İnsan doğduğunda kulağına okunan ezan öldüğünde kılınacak cenaze namazı içindir.. Hayat işte bu kadar kısa.” Bu sözüm Batı derin lobisine değil, onlar hep vardı ve olacak da, fitneyi yapmak isteyen şeytan avukatlarının hep varolduğu gibi.. Benim bu sözüm Batı’nın oyununa alet olmuş ve Batı derinlerine ama bilerek ama bilmeden taşeronluk yapan Müslümanlara..

Allah dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratmış, hayat bir an kadar kısa ve ulaşacağımız asıl durak ahirettedir ki, hesabımızı ancak ve ancak Allah’a karşı vereceğiz.

Allah diyor ki...

“Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi: 46)

________________________
Merve Ferda Özcan


15 Aralık 2013 Pazar

Chang Song Thaek ve Abdulkadir Molla: İKİ İDAMIN ARDINDAKİ BATI’NIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ

Chang Song Thaek ve Abdulkadir Molla: İKİ İDAMIN ARDINDAKİ BATI’NIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ

Bu hafta içerisinde iki farklı devletin aldığı idam kararı geçti haberlerde arda arda.. 12 Aralık 2013 günü Bangladeş’te Cemaat-i İslami lideri Abdülkadir Molla’nın idam edildiği duyuruldu. 13 Aralık 2013 günü ise Kuzey Kore Komünist parti lideri Kim Jong Un'un eniştesi Chang Song Thaek'in idam kararı..

Dünya haberciliğine yön veren ve bir şekilde dünya gündemini oluşturan medyanın yayınlarını özel bir dikkatle takip ettim o 2-3 gün zarfında, tabi bu durum aslında bana Batı’nın bakış açısına ışık tutacağı için daha çok hatta..

Kuzey Kore 1948’den beri çoğu zaman normal bir insanın mantığı ve aklının alamayacağı uygulamalara imza atan totaliter Komünist rejime sahip kapalı bir devlettir. Anlaşılan odur ki; Kuzey Kore Komünist partide önemli görevler yer almış ve eski devlet başkanı Kim Jong İl’in kız kardeşi ile evli olan ve şimdiki başkan Kim Jong Un’un eniştesi olan Chang Song Thaek’in idamı Batı medyasının ilgi alanını daha çok ilgilendiriyor olacak ki, BBC gibi, CNN gibi yayın kuruluşları gün içinde defalarca özel yayın yaptılar konu ile ilgili.

Bangladeş’te idam edilen Abdulkadir Molla’ya ilişkin haber sayısı ve haber verme şekli Chang Song Thaek’e göre çok daha az ve cılızdı..

Batı, bir idama haber değeri verirken, bir diğer idamı geçiştirip adeta gözünü yumuyordu. Üstelik Kuzey Kore daha bir süre totaliter uygulamalarıyla Kuzey Kore olmaya devam edecek. Oysa Bangladeş artık aynı Bangladeş olmayacaktı, çünkü ortasına tam bir bomba atıldı ve Bangladeş’in içinden yeni bir Suriye, yeni bir Somali, yeni bir Arakan’ın doğması için adeta bir tohum ekildi.

Bangladeş’te Müslümanlar’a karşı idamlar yoğun olarak ta 2012 yılının sonlarından devam ediyordu. Hatta daha fazlasını söylemek gerekirse, bu bölgede Müslüman nüfusunu ve gücünü azaltma faaliyeti İngilizler bu bölgeden sözde “çıkarken” başlatılmıştı. Pakistan ikiye bölündü, Pakistan’ın hemen tüm nüfusu Müslüman, o dönem 1971 yılında Bangladeş’in nüfusunun %95’i de Müslüman. Gelin görün ki, çok değil 40 yılı çok az aşkın sürede Bangladeş’teki Müslüman nüfusu  genel nüfus artışına rağmen %90’ların altına gerilemiş durumda.

Şimdi de Abdülkadir Molla’nın idamıyla patlayan ciddi bir iç savaş tehlikesinin kucağında..

Hemen yanıbaşında eski adı Burma olan Myanmar var ve Myanmar’ın Arakan bölgesinde Müslüman azınlığa karşı soykırım uygulanıyor.

Haritayı biraz daha açarsak, Dünyadaki 1.7 Milyarlık Müslüman nüfusu dünyanın %23’nü oluştururken, bunun içinde de %62’lik kısmı Güney Asya veya Pasifik Asya dediğimiz bölgenin Müslümanlarından oluşur. Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Myanmar’da ki Arakan Müslümanları, Tayland, Patani, Filipinler, Moro ve Nepal Müslümanları, Srilanka Müslümanlarıdır.

Dünya bugün İslam deyince, Ortadoğu coğrafyasını akla getirirken, Müslümanalrın yarıdan fazlasının yaşadığı Güney Asya Müslümanlarına neden sessiz dersiniz? Üstelik Müslümanlar en büyük zulmü tam da bu bölgede görürken ?

Mesela resmi kayıtlara göre 160, gayri resmi kayıtlara göre 300 Milyon Müslüman Hindistan’da yaşıyor, gelin görün ki, Hindistan’ın Kaşmir bölgesinde yılalrdır Müslümanlar zulüm altında yaşıyor.

Bunun yanı sıra Patani Müslümanları var, yıllardır Tayland hükümeti tarafından ezilerek zulüm gören.. Filipinler’de Moro Müslümanları.. Sri Lanka, Nepal, Endonezya Müslümanları..

Bu coğrafyalarda Kuran’a göre mümin kardeş olduğumuz milyonlarca insandan kaçımız farkında ?

Biz farkında değilken, bunu çok iyi bilen ve değerlendiren Batı’nın yerüstü ve yeraltı gücü var ama.. Sonuçlarını izliyorsunuz.. Müslümanlar söz konusu olunca sus pus kalan BM ve insan hakları örgütleri, Komünistin ölümünü saatlerce konuşup Müslüman’ın ölümüne kör gözle bakan Batı medyası, siyasetçisi, yatırımcısı, kapitalisti...

Hatta biraz daha geniş açıdan bakalım.. Bangladeş’te bu idamlar kendi iç süreçleri sonucu olmadı.. Bangladeş dış elin müdahalesiyle bir iç dönüşüm yaşıyor bir süredir.. Son 1 yıl içindeki idamlar silsilesi buradaki dş el destekli sessiz devrimin neticeleri. Bugün Abdülkadir Molla’nın idamına sessiz kalıp gıyaben onay veren Batı, yarın Mısır’da Muhammed Mursi idamla yargılanırsa sesini çıkaracak mı sizce?

Mısır’da her gün hala çatışma ve ölümler sürüyorsa, Suriye’de her gün çocuklar silah, soğuk ve açlıktan ölmeye devam ediyorsa, Esed hala iktidardaysa, bu listeye artık Bangladeş de ekleniyor ve Batı hala susuyorsa ?

BİZ MÜSLÜMANLAR DAHA NE KADAR KAFAMIZI KUMUN İÇİNDE TUTMAYA DEVAM EDECEĞİZ ?

Tarih gösteriyor ki, Batı sadece kendine “adil” ve “merhametli”.. Bu adaletini taa Haçlı Seferlere kadar götürüp izleyebiliriz.. Peki 700 senelik bu ders yetmedi mi? Batı birlik, Hristiyan birlik iken, biz kendimizi bu derin hesabın içinden nasıl kurtaracağız?

Müslümanlar el ele verip dinde, fikirde, ilimde, tekonolojide, sanatta, eğitimde, ekonomide, siyasette birlik olmadıkça gücüne güç katamaz. Bu çağ ve tüm izlediklerimiz birleşme zamanının aciliyetini artık kapımıza dikildiğini gösteriyor.


Zaman uyanıp birlik olma zamanıdır..

Merve Ferda Özcan

_

2 Kasım 2013 Cumartesi

TÜRKİYE IŞILDADIKÇA NEOCONLAR KARARIYOR

TÜRKİYE IŞILDADIKÇA NEOCONLAR KARARIYOR

Son bir süredir Türkiye’nin uluslararası sahnede çokça konuşulan, tartışılan bir süreçte  olduğunu biliyoruz.. Öyle ki, dünya kamuoyuna yön veren ve Batı’nın bir nevi “sesi” olan yayın grupları Türkiye’yi dillerinden hiç düşürmez oldular..

Türkiye konusunda 2 tür haberin yapıldığı dikkat çekiyor..

1)      Türkiye’nin son 10 yıl içinde gerçekleştirdiği ekonomik dönüşüm ve demokratikleşme, derin devletin vesayet rejimiyle mücadele etme konusunda attığı önemli adımlar ve Türkiye’nin küresel sahnede güçlü ve etkin bir aktör olarak yer almaya başlaması
2)      Türkiye’nin bölgesel sorunlar, komşularında ve bölgede yaşanan olumsuz siyasi ortam, savaşlar, krizlerle beraber anılıp, Türkiye’nin iç dinamiklerine ve kurumlarına ilişkin sansasyon çıkaracak haber trafiğinin oluşturulması

Birbirine zıt gibi görünen bu haber silsilesi esasında Türkiye’nin içinde bulunduğu gerçekleri doğrudan yansıtır.. Bir yandan hızlı yükseliş, ekonomik, siyasi, demokratik, kültürel, bilinçsel ilerleme; öte yandan sürekli etrafında ve içinde yürütülen ciddi güç ve hakimiyet mücadelesi ve bu mücadelenin bir neticesi olarak ortaya çıkan Şahin Neocon kanadın Türkiye’nin hızını kesme çabası.

Türkiye’nin bir süredir içinden geçtiği gelişmelere bir göz atarsak;

-          Türkiye ekonomisi son 10 yılda 3.5 kata yakın artarak 230 milyar dolardan 786 milyar dolara çıktı
-          Türkiye Dünya’da 26. Ekonomiden 17. Ekonomi durumuna geldi
-          Yüzde 77'ye varan enflasyon oranı bugün %4,6’lık seviyelere indirilebildi
-          Ocak 2012’de Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda hemen tüm oturumlarda Türkiye’nin Avrupa ülkeleri kriz halindeyken krizekarşı dirençli başarısı konuşuldu
-          14 Mayıs 2013 tarihinde IMF borcunun son taksidi ödenerek, Türkiye IMF’ye borcu olan ülkeler listesinden çıkmıştır
-          Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları (Moody’s, Fitch) birer birer Türkiye’nin notunu "yatırım" seviyesine (investment grade) yükseltti
-          AB’nın açıkladığı son Türkiye ilerleme raporunda en olumlu kısım ekonomik gelişmeye ayrılmışken, Türkiye’nin artık istenilen Pazar ekonomisi düzeyinde olduğu kaydedildi ve ayrıca Türkiye’nin gerçekleştirmeye çalıştığı demokratikleşme paketlerinin memnuniyetle izlendiği belirtildi
-          Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim son Ekim 2013’teki 5. İzmir İktisat Kongresi'nde yaptığı konuşmasından: "..Türkiye, 2023 için ortaya koymuş olduğu son derece önemli hedeflerle bu yolda yürüdüğünü göstermektedir, makroekonomik yönetimde ve yapısal reformlarda son derece kayda değer gelişme kaydetmiştir.. Türkiye'nin ekonomi ve kalkınma alanında kaydettiği başarıları, dünya politikaları şekillenirken paylaşıyor olması büyük bir önem taşımaktadır.

Türkiye sadece ekonomik olarak değil, düşünsel ve bilinçsel düzeyde de önemli gelişme sağlamaktadır ve bu şekilde özgürleşme, demokratikleşme, daha öncelerde vesayet yaklaşımıyla halkın ve bireylerin değerlerine konan kısıtlama ve yasaklardan tek tek kurtulmaktadır. Şüphe yok ki, bu demokratikleşme çabası son derece geniş ve ülkenin her yaşam alanına dokunan detaylı ve uzun vadeli, en önemlisi kararlı bir çaba gerektirmektedir. Bugün ise, bu çabanın yavaş yavaş sonuç vermeye başladığı  günleri görüyoruz.

Atasözümüzün dediği gibi; “İşleyen demir ışıldar”.. Demokratikleşme ve özgürleşmedeki kararlılığından vazgeçmedikçe, Türkiye ışıldamaya devam da edecektir..

Ve yine dünyadaki organize Neocon lobisinin Türkiye’ye karşı başlattığı kampanyaya bakılırsa, Türkiye’nin doğru yolda olduğu anlaşılır..

İşleyen Türkiye’nin ışıldaması:
§  Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak isteyen,
§  Türkiye’nin başarı örneğinden Türk ve İslam dünyasının faydalanmasını ve böylelikle Türkiye’nin liderliğe yükselmesini istemeyen,
§  Türk ve İslam dünyasının tek bir ülkü ve ortak amaç bayrağı altında birleşmesinden çekinen,
§  bunun için İslam dünyasına ayrılık tohumlarını, yapay çatışma araçlarını serpen,
§  diktatörleri ve onların kanlı rejimlerini destekleyen,
§  İslamofobi’yi Batı kamuoyunda Müslümanlara karşı bir çekince oluşturmak için kullanan ve İslamofobi’yi desteklemek için terör örgütlerine el altından destek veren,
§  Dünyadaki Müslümanları mezhep çatışması ve etnik sorunlarla bölmeye çalışan,
§  bağnazlık ve hurafeyi yayan sözde dini liderlerle gizli anlaşmalar yapan

yapıyı rahatsız etmiş olacak ki, İsrail derin devleti olsun, ABD’deki Neocon’lar olsun bunlara yakınlığıyla bilinen yayın organları ‘istihbarat savaşlarına’ girişerek Türkiye’nin imajını zedeleyici  ve müttefiklerimizle ara bozucu yayın taktiğini geliştirmişlerdir.

Ne var ki, tüm bu çabalara rağmen, Türkiye’nin dövülen ve işleyen demir gibi parıldamasını sağlayacak olan önemli gücü var. Başta maneviyatıyla, aklıyla, ahlakıyla, hoşgörü ve sevgi kültürüne bağlılığıyla, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Sünnisi, Alevisi, Süryanisi, Ortodoksu ve Musevisiyle tek yürek olan halkımız bizim en ayrıcalıklı gücümüzdür.  Bu halkımızın ilerleme, eğitim, kültür, sanat, bilim, teknoloji, özgürlüklerin sağlanması, hoşgörünün yerleşmesi, derin devletin ve terörün bitirilmesi, demokrasinin evrensel ve ahlaki standartlar çerçevesinde yaşamımızın her alanına işlemesi konusunda göstereceği çaba ve kararlılık, Türkiye’nin hızının kimse tarafından kesilememesini sağlayacaktır.

Bu gücümüzle ne İslamofobi, ne derin oyunlar, ne de terör içimize yerleşip bizi yıkma alanını bulamayacaktır. Aksine milletimizin İslam’ı barış, modernlik, hoşgörü ve ilim içinde yaşatması tüm Dünyaya İslam’ın referansı olup, derin ittifakların kirli oyunlarını boşa çıkaracaktır.
 


Ferda Özcan


14 Ekim 2013 Pazartesi

BİRLİK OLMAK NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ

BİRLİK OLMAK NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ

Bugün Ortadoğu’dan Asya’ya, Afrika’dan Sibirya sınırlarına kadar baktığımızda 1,6 Milyar nüfuslu İslam dünyasının birçok ülkesinde her gün şiddet, çatışma, soykırım ve iç savaşların yaşandığını izlemekteyiz..

İzlemekteyiz” sözcüğü aslında Müslümanların ve insanlığın adına son derece utanç vericidir.. Çünkü İslam Dünyası, bu kadar haksızlık ve acıyı izlemenin ötesinde, gerçekten önlem alma ve bu genel şiddete son verme yolunda ciddi adımlar atmış değil..

İSLAMOFOBİ'YE KARŞI REFERANS KURAN'DAKİ HAKİKATLER OLMALI

Oysa çevremize ve doğaya daha ilk bakış attığımız an, büyüklerimizin “Birlikten Güç  Doğar” atasözünü doğrulayan birçok referans bulabiliyoruz. Allah, Kuran’da da bildirdiği gibi, canlıların sosyal yaşamlarından doğadaki mühendisliğe kadar insanlığa ayetler, yani işaretler bildirmektedir..

Karıncaların mükemmel koloni yaşamları, arıların kurduğu kusursuz kurallı şehirler, kuşların göçlerinde uyumlu düzen, fillerin yardımlaşması ve bunun gibi daha sayısız verebileceğimiz örnek, birlikte hareket etmenin hayatta çok daha güçlü kıldığını, düzen sağladığını, daha zor yenilir olduğunu göstermektedir. Bugün tıp biliminden makina ve kimya mğhendisliğine kadar bilim insanları doğadaki kurallar ve ilimden ilham alarak taklit ederken, çok açık ve net ayetlere rağmen biz Müslümanlar neden “Birlik Olmayı” barışı ve huzuru sağlamada referans alabilmiş değiliz?

Oysa Batı dünyasının Müslümanlara karşı referansı, uzun süredir geliştirdiği “İslamofobi” ve bunu referans olarak almakta sağladığı hemfikir olma birliği var.. Bu birlik olmaları neticesinde güç sağlıyorlardı bugüne kadar. Bu çerçevede derin Batı örgütlerinin yıllarca beslediği El-Kaide ve Taliban gibi örgütler İslam’a karşı birleşmede ciddi referans noktaları olurken, İslam dünyasının Batı’yı yanıltacak, İslamofobi’yi yıkacak birlik olma duygusuyla hareket eden bir referans noktası şu anda yoktur..

Sorun da esasında tam da bu noktadadır, tıpkı çözüm noktasının tam burasının olması gibi..

İSLAM DÜNYASININ ACİL BİRLİK KURMASI LAZIM

İslam Dünyasının çok acilen artık kendi birliğini kurması gerekir.. Bu birliğin kurulmasına acilen birinin liderlik etmesi gerekir.. Bu ihtiyaç elzemdir ki, İslamofobi’nin ne kadar yapay olduğunu göstermek için, El-Kaide, Taliban gibi terör örgütlerinin İslam ve Kuran ahlakıyla hiçbir alakasının bulunmadığını göstermek için, bağnazca yaşam tarzı ve geleneklerin İslam dininden asla kaynaklanamayacağını, aksine İslam dinini toplumsal yaşama son derece yüksek bir hoşgörü, sevgi toplumu ve ahlak düzeni anlayışını kazandırdığını göstermek, anlatmak, öğretmek için..

Biz Müslümanlar Batı ve tüm Dünya’ya bunu anlatamadığımız ve kaliteli yaşamımız ve birlik olma kararlılığımızla gösteremediğimiz sürece, derin dünyasının önderliğiyle Batı, bize karşı İslamofobi beslemye devam edecek ve şu anda birçok Müslüman ülkede yaşattığı kaosu, fobisini desteklercesine yaşatmaya devam edecektir.

Oysa, Müslümanların kuracağı İslam Birliği, tüm kurumları, uygulamaları, bağlı ülkelerdeki adalet ve kültür düzeni, teknoloji ve bilime yaptığı yatırım ve geliştirmeleri ve en başta sevgi, anlayış, hoşgörü, hak, hukuk ve ahlak toplumu düzenleri başta Batı olmak üzere İskandinavya’dan Uzakdoğu Asya’ya kadar İslam denilince, bir referans alma noktası olmalıdır.

Böyle olmalıdır ki;

-          Çin Sincan’daki Uygur Türkü kardeşlerimize zulüm planları yaparken bin kere düşünsün ve vazgeçsin.
-          Sudan’ı istila etmiş sömürgeciler buradaki Müslümanları iç savaş planlarına alet etmeyi düşünemesin.
-          Suriye’de olduğu gibi komünist rejimler barınamasın ve her tür insani değerleri hiçe sayarak 2 yılda 120 binden fazla kadın, çocuk, yaşlı genç demeden ölüm saçamasın.
-          Hiçbir derin örgütlenme İslam’daki mezhepleri bir ayrılık ve çatışma meselesi olarak kullanamasın, Müslümanların birlik olmaktan vazgeçmeyeceğini, bölme planlarının hiçbir zaman işe yaramayacağını iyi bilsin.
-          İslam Birliği öyle güzel referans olsun ki genç nesillere, terör örgütleri militan bulamamaktan yok olup erisin, gençlerin gözü-aklı dağda değil, bilimde, üniversiteler, akademilerde olsun.
-          Afganistan, Pakistan, Irak, Nijerya, Kenya’da bombalar patlayamasın, çünkü insanlar İslam adına terörün işlenemeyeceğini, intihar edilemeyeceğini çok iyi bilsin.
-          İslam Birliği sanatın, mimarinin, bilimin, modanın da takip noktası olsun, çünkü Allah Müslümanların her şeyiyle dünyaya örnek olmasını ister.

İşte bu çözüm sadece Müslümanların huzuru değil, tüm Dünya’nın huzuru ve güven duyması için elzemdir. Şu anda Batı’nın Dünya’nın tehdidi olarak İslam’ı seçmiş ve göstermiş olduğuna göre, İslam Birliği’nin böyle bir tehdit ve zan altında kalmamıza acilen son vermesi lazımdır.

Ferda Özcan



15 Eylül 2013 Pazar

SONBAHAR DİRENİŞİ ÇAĞRILARI ASLINDA NEYE KARŞIDIR?

SONBAHAR DİRENİŞİ ÇAĞRILARI ASLINDA NEYE KARŞIDIR?

Eylül’ün gelmesiyle birlikte Ergenekon tutuklularından  gelen “Sıcak Sonbahar Eylemleri” vaadi birçok şekliyle kendini göstermeye başladı. Bu eylemlerin 2.Taksim ayaklanması üzerinden temel amacının bir devrim ve hükümet darbesi olduğunu da hepimiz biliyoruz artık..

Tıpkı 80 öncesgi yıllardaki gibi, toplumu ayrıştıran demeçler, 28 Şubat sürecindeki gibi, ülkemizin dindar kesimini hedef alan kamuoyu yönlendirmesi için bazı medya ve iş dünyası organizasyonları, sokak hareketlerine yönelik yasa dışı sol örgütlerin taşeron olarak kullanılması ve huzursuzluğun gençliğin arasına, üniversite kampüslerine taşınması gözlemlenebiliyor.

Öte yandan çekilmekten vazgeçmiş görünen PKK’nın Gezi Ayaklanması furyasına katılarak sözde devrimin bir tarafı olması bir diğer gündem olgumuzdur.

Bu öyle paradokstur ki, hükümeti ne pahasına olursa olsun devirmeyi ve kendi düzenini döndürmeyi amaçlayan odaklar, barış sürecinin çökmesiyle suçladıkları hükümeti devirmek uğruna adeta PKK terör örgütü ile ona her türlü yarayacak ideolojik-eylemsel işbirliğine girmiş durumdalar.

İkinci Gezi eylem hazırlığı sürdükçe, PKK-KCK ellerini ovuşturarak, yaptığı derin anlaşma gereği, eylemlerden beklediği sonuçtan ötürü umudunu kuvvetlendiriyor olmuş olacak ki, sözünü verdiği silahlı kanatların ülke dışına çıkarılmasını durdurmuş vaziyette.

Peki, ülkemizde ne olmaktadır ki, ellerinde olsa askeri darbeye de hemen “evet” diyecek odaklar, Gezi ve İkinci Gezi’yi ülke çapında organize etmektedir?

Ergenekon, Balyoz Dava süreçleri, Ceza Kanununda yapılan değişiklikler, Demokratikleşme süreci kapsamında uygulmaya konan birçok usûl ve uygulama değişikliği veya bilinen adıyla ‘Demokratikleşme Paketleri’ eksikleri olmuş olsa da, özellikle son 30 yıl içinde siyasal, ekonomik, sosyal ve en önemlisi demokratik hayatımızın aşağıda sıralanan utanç noktalarını temizlemeyi hedeflemiştir. Bu beyaz sayfaya geçiş, yeni neslimizin bir daha bu zorba, kısıtlama ve baskıları yaşamaması ve toplumumuzun siyasi, dini, kültürel, etnik tarafı ve inancı ne olursa olsun bir arada huzur ve barış ortamı içinde yaşaması adına toplum olarak hepimizin en büyük arzusu ve ihtiyacıdır. 

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERİ
1990’lı yılların özellikle 1992-1993-1994 kesiminde faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında ya da cezaevinde hayatını kaybetme olylarının en zirve yaptığı seneler olmakla birlikte, bu ihlallerin ve suçların kayda alınması konusunda bile eksik çalışmalar, karartılmış veya yok edilmiş belgeler söz konusudur.

1990-2011 yılları arasında bilinen faili meçhul cinayet sayısı 1.901’dir. Faili meçhul cinayetlerin en yoğun yaşandığı dönemler, 1992-1993-1994 yılları. 1990’da 11, 1991’de 31 olan faili meçhul cinayetler, 1992’dan itibaren tırmanışa geçiyor. 1992’de 362, 1993’te 467, 1994’te 423 faili meçhul cinayet gerçekleşiyor. Bunların birçoğu hala aydınlatılamamış siyasi cinayetlerdir. [*]

DEVLET VE ORDU MENSUPLARINI DA İÇİNE ALAN DERİN ÇETE VE ÖRGÜTLENMELER
1990’lılarda varlığı devlet kurumları tarafından bile onaylanmayan ve kendi inisiyatifiyle çalışan, birçok yeraltı isim ve örgütle karanlık bağlantılara sahip, devlet içinde küçük krallıklar oluşmuştur.

Bu örgütlenmeler aralarında da bağ kurarak kendi finans akışlarına, basında, medyada istedikleri kamuoyunu oluşturacak organlara, siyasetçilere istedikleri yasa ve kararnameleri çıkartacak baskı araçlarına, ordudaki bazı mensupları eliyle silah gücü stokuna, faili meçhulleri işletecek infaz kurumlarına, terör örgütlerine de eylem yaptıracak bağlantı ve finansman kaynaklarına sahiptir.

İŞKENCE YÖNTEMİ VE İKNA ODALARI
1990’lı yıllar işkence yöntemiyle suç işlememiş ve herhangi bir suç unsuru oluşturmayan faaliyette bulunanlara kendi derin örgüt sistemine şu ya da bu şekilde tehlike arz ediyor gerekçesiyle, suçu kabul ettirme ve suçu üstlenme dönemi olarak da meşhurdur. Ergenekon dava süreci ile su yüzüne çıkmış ve kanıtlanmış işkence failleri arasında devletin üst düzeyli bürokrasisinde yer almış insanlar da vardır. Üstelik suçları arasında yalnızca işkence değil, işledikleri işkence suçlarına ilişkin delil karartma, evrakları yok etme ve sahte evrak düzenleme gibi suçlar da sabit  bulunmuştur. Bu kapsamda özellikle Adil Serdar Saçan ve ekibinin işkence davası en bilinen ve ses getiren örneğidir.

DEVLETE VERİLEN EKONOMİK ZARAR
1990’larda ard arda gelen ekonomik krizlerin yapay olduğunu bugün artık biliyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz derin örgütlenmeler, ya hükümet devirmek ya da devletin kasasını kendi hesaplarına boşaltmak amacıyla 1990 ve 2000’lerin en başında sık sık kriz senaryolarını uygulamışlardır.

28 Şubat darbesinin devlet kayıtlarına geçmiş olan resmi zararı 251 Milyar TL olarak açıklanmıştır, ki bu o dönemin Türkiye Milli Gelir’inin 1,5 katıdır. Fakat ne var ki, 28 Şubat darbesinin yol açtığı 2001 krizinin geniş çaplı zincirleme zararları da düşünülürse, Türkiye ekonomisine vurduğu darbe 300 Milyar dolara, yani yaklaşık 450 Milyar TL anlamına gelmektedir.

TOPLUMUN KUTUPLARA AYRIŞTIRILMASI
1990’lı yıllar ve özellikle 28 Şubat darbesiyle Türkiye’yi zayıflatmayı hedefleyen en güçlü araç toplumu etnik, mezhepsel ve dindar-dindar olmayan kutuplara bölücü çalışmalardı. PKK bölücü terörü bu yıllarda ortaya çıktı, bağnaz ve gerici tarikatların medyada yaygın tanıtımı bu yıllarda yoğun şekilde yapılarak, Türkiye’de tüm dindar kesim bu tanıtımlar vesilesiyle zan altında bırakılıp laikliğin tehlikesiymiş gibi algılatıldı. Buna dayanarak okullardan devlet dairelerine kadar tüm ortak kamusal alanlarımız başlıca bölünme noktalarımız haline getirildi.

Başı açık veya örtülü kadınlar komşuluk yaparken ve bir sofrayı paylaşırken kamusal alanda yan yana o halleriyle bulunamıyordu. Türk ve Kürt bin yıldır kardeşken ve aynı sofradan ekmeğini yerken, Kürt kardeşin çocukları PKK’ca dağa kaldırıyor iki kardeş arasında uçurumlar kazınıyordu. Alevi de, Sünni de aynı Allah’ın kulu ve aşığıyken, Alevi kardeşimiz birilerince fişleniyor ve Sünni kardeşe haşa dini yokmuş gibi lanse ediliyodu.

Hal böyleyken, yıllarca zarar gören Türkiye ve Türkiye’nin her kesimden insanı oldu. Aynı vatan için savaşlarda saf tutmuş ecdadın evlatları bugün birbirine zıt kutuplara itiliyor, ceplerinden hakları çalınıyor, en temel haklardan inanç ve ibadet hakkı rejim tehlikesi gösteriliyor... Türkiye kutuplaştırılarak zayıflatılıyordu.

Son verilmek istenen düzen bu düzendir. Ergenekon Terör Örgütünün deşifre edilmesi ve arkasından gelen bunca dava, hala deşifre edilmesi gereken medya-siyaset dünyası-iş dünyası derin ilişkilerinin araştırılması, ‘barış süreci’ çalışmaları - hepsi karanlık düzenin son bulması ve birlik beraberlik içinde nefes alan, gücüne güç katan, insanının birbirine derin saygı ve hoşgörü içinde modern Türkiye içindir.

Ve eğer bugün ülkemizde ayaklanma yapılıyor ve Ergenekon davasını, Balyoz davasını, 28 Şubat davasını istemiyoruz deniliyor, dedirtiliyorsa... siz düşünün amaç o eski düzene dönmek mi, yoksa Dünya’da müthiş güç kazanmaya başlayan Türkiye mi?


Kaynak:
[*] TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyon raporlarından

Ferda Özcan









7 Eylül 2013 Cumartesi

TOPLUMUN PUSULASI SEVGİ OLMAZSA İÇİMİZDEN BEŞŞAR’LAR, SİSİ’LER DE ÇIKAR

TOPLUMUN PUSULASI SEVGİ OLMAZSA İÇİMİZDEN BEŞŞAR’LAR, SİSİ’LER DE ÇIKAR

Balyoz Davası esnasında “Rüvanş alacağız,  bir sürü hesaplaşma olacak, çok insanın canı yanacak. Çoluğuna çocuğuna kadar...”, Ergenekon davası esnasında da “Sıcak bir sonbahar yaşatacağız...” tehdit mesajları gelmişti içerideki tutuklulardan... Sonra da bu rövanş mesajlarının arkasında duran bazı medya, gazete ve köşe yazarları, Mısır’daki son Haziran 2013 kanlı askeri darbesi üzerinden hem Başbakan Erdoğan’a, hem hükümete gözdağı verme kampanyasına giriştiler..

Bırakın Mısır’ı, bırakın Suriye’yi kendi hallerine” dediler, “Darbeler bazen iyidir” dediler. En yaygın psikolojik yöntem ise Mısır’daki Sisi darbesini Gezi ile karşılaştırıp, Mısır darbesi ruhunu (ya da ruhsuzluğunu) Gezi ruhu ile pekiştirmek oldu...

Burada daha Balyoz esnasında verilen o rövanş mesajının tekrarını alıyorduk aslında.. üstelik o mesaj ne sadece Başbakana, ne de sadece hükümete karşı idi. Ülkemizde darbelerin, binlerce faili meçhulün, derin çeteleşmelerin, devlet içinde derin devletin dönemini artık kapatmak isteyen, bunun hesabını hukuk önünde arayan, katliamlara, işkencelere karşı duran, artık gerçek demokrasi, gerçek fikir özgürlüğü ve sevgi toplumunun tesis edilmesini isteyen halkımıza karşı verilen bir gözdağı idi.

Ülkemizde Ergenekon’u savunan köşeler, Mısır’da, demokrasi hakkını geri isteyen halkın üzerine keskin nişancı ateşini, tankları, 2000’i aşan ölüyü görmezden geldi. Yine bir takım köşe yazarları, Mısır’daki darbeyi aklayıp sözde bir demokrasiye geçiş aracı olarak sunarken, oradaki katliamları Gezi eylemlerindeki müdahale ile karşılaştırmaktan geri durmadılar.

“Gezi ayaklanması”nı tasarlayanlar, ülkemizde “diktatörlük var” ajitasyonunu yaptığı sırada, Beşşar Esed’in 2 yıldır katletmeye devam ettiği 100 binden fazla insana sessiz kaldı. Tıpkı Birleşmiş Milletlerin samimiyetsiz, kayıtsız, iki yüzlü davrandığı gibi, bazı sesler ancak kitlesel kimyasal silah kullanılınca çıkar gibi oldu.. Ve ne var ki bu süreçte “diktatör” ve “diktatörlük” evrensel tanımlarının bile çarpıtılmasıyla karşı karşıya bırakıldık.

Bu sessizlik ve oluruna bırakma isteği, Esed’in, Sisi’nin rövanşın nasıl alınacağına, çok canın nasıl yakılacağına emsal olmuş olmasından mı kaynaklanıyordu acaba ?

Yoksa hangi vicdan sınırımızdaki katliamdan kaçmış onbinlerce Suriye’li komşusuna, soluduğu gazdan çırpınarak ölen binlerce bebeye, silahsız şekilde seçme hakkını savunurken keskin nişancı kurşununa kurban giden gençlere veya daha uzaklarda Myanmar’da dikta rejiminin yaşama alanı bırakmadığı Müslümanlara, Doğu Türkistanlı genç kız kardeşlerimize, bombalarla uyanan Somalili çocuklara kayıtsız kalabilirdi ki?

Eğer içinde vicdan terazisini canlı ve hassas tutacak ahlak ve sevgi yoksa, evet, vicdanlar kayıtsızlaşır. Bu tür soğuk kayıtsızlığın yayıldığı toplumlardan nicedir Sisi’ler, Beşşar’lar, Balyoz’lar, Ergenekon faili meçhulleri, derin devlet darbeleri, 28 Şubat’lar çıkar...

Böyle toplumlardan “Birbirimizi Allah için sevelim” diyebilecek devlet yöneticileri kolay çıkmaz, diktatörler ise hiç barınamaz zaten. Asıl diktatörlüğe oynayanları halk sorgular, hukuk sistemi içinde, mahkemelerin önünde.. İşte tam bu yüzdendir ki “Bırakın Mısır’ı, bırakın Suriye’yi” diyenler sevgi mekanizmalarının topluma yerleşmesini tehlike olarak görür. İnsanın özünde iyi ahlakı ve sevgiyi yetiştiren bu mekanizmayı çeşitli yöntemler ve söylemlerle karalar, “Beyaz Türk” oluverirler, diğerleri “Kara”...

ARTIK TÜRKİYE’NİN PUSULASI SEVGİ VE İYİ AHLAKTIR

Bugünün Türkiye’si, içindeki Beşşar ve Sisi’leri ve alkışlayıcılarını barındırmayacak kadar ilerlemiş bir topluma sahiptir. Her haksızlığı çok iyi sorgulayabilen ve toplumsal vicdan terazisini gayet iyi çalıştırabilen bir toplum olma yolundayız. Bu yoldayız ki, Ergenekon Terör Örgütünün, faili meçhul sorumlularının, darbe senaristlerinin, işkencecilerin, devletin kasasını boşaltanların kapısını araladık, ilerliyoruz.

Galeyana gelip, Taksim’lerde Tahrir’lerin yaşanmasına izin vermiyoruz.

Mazlumun, muhtacın, ezilenin yanındayız. Tüm dünyanın sessizliğine rağmen biz susmuyoruz. Türk devletlerinin, İslam ülkelerinin Birliğine çağrı yapıyor, öncülük ediyoruz.

Çünkü biz sevgi dolu Türkiye’yiz.

Ferda Özcan
Twitter: @FerdaOzcan


14 Ağustos 2013 Çarşamba

“HARRY POTTER” (DANIEL RADCLIFFE) GERÇEK ÖYKÜSÜNÜN BİZE ÖĞRETTİKLERİ..

“HARRY POTTER” (DANIEL RADCLIFFE) GERÇEK ÖYKÜSÜNÜN BİZE ÖĞRETTİKLERİ..

Küçük yaşta 'Harry Potter' serisiyle şöhrete kavuşan 24 yaşındaki oyuncu Daniel Radcliffe, alkol ve uyuşturucunun pençesine düştü. Birkaç yıldır alkol sorunu yaşayan Daniel, gün geçtikçe daha çok alkol kullanıp, uyuşturucu bağımlısı da oldu ve en son geldiği nokta onu tanınmaz hale getirdi..

In Touch” dergisi, genç oyuncuyla ilgili şu yorumda bulundu: "Daniel, şöhretle çok erken yaşta tanışan birçok oyuncunun yaşadıklarını yaşıyor. Bu genç yıldızların güvenilir bir arkadaş çevreleri yok. Medya baskısı altındalar. Aileleri, bulundukları sektörle ilgili kendilerine tavsiyede bulunacak bilgiye sahip değil. Bir an büyük bir popülarite, bir an unutulmuşlukla yaşıyorlar. Bunu kaldırabilmeleri çok kolay değil. O yüzden alkol ve uyuşturucu, hayatlarında önemli bir yer tutuyor."

Daniel Radcliffe örneği, şöhretin zirvesindeyken alkol ve uyuşturucu nedeniyle hayatları sönen ünlü örneklerinden yalnızca biridir, henüz 30 yaşını göremeden uyuşturucu ve alkol batağında, tüm servetlerine ve şöhretlerine rağmen yapayalnız v e sevgisizlik ortamında ibretlik ölümler gördük kısa yakın geçmişte... Amy Winehouse, Kristen Pfaff, Casey Johnson, Anna Nicole Smith sadece birkaç örnektir.

Erken yaşta gelen şöhret ve para ama öte yandan içi bir değerle doldurulamayan bir yaşam ve bu değersizliğin, bunca hayran kitlesine rağmen sevgisiz ve yalnızlığın içinde kaldıkları mutsuzluk var hayatlarında.

Bu mutsuzluğun içindeyken çıkarcı çevre, akbaba gibi etraflarında bekleyen uyuşturucu tacirleri, magazin medyası, servet avcıları, kısacası kötü niyetli insanların pençesine düşüş çok kolaydır. Çünkü nefislerini koruyacak bir ruh hali ve düşünce sistemi, arkalarından kollayacak iyi dost, kardeşçe doğru tavsiyelerde bulunacak iyi gün-kötü gün yakınları yoktur.

Böyle bir yaşam sürerken ne para, ne servet, ne de hayranları böylesine kötü sona mani olamıyor işte gördüğümüz gibi.. Ve her şey bu dünyada kalıyor.. birkaç kısacık şöhret yılından sonra ya genç yaşta ölüm, ya da kimsenin artık hatırlamadığı sefil bir yaşam.. Bu örnekler ibretliktir!

Aile, arkadaş çevresi ve makro planda toplumda sevgiyi yaşatamadığımız sürece kendi toplumumuzun içinden de, vicdanlarımıza sığmayan böyle örnekler vermeye devam edeceğiz.. Bu örnekler en çok Batı tipi tüketim toplumundan çıkıyor, çünkü manevi birliğin ve sevginin yitirmişliğini en çok onlarda görüyoruz.. Sevginin yaşatılmadığı toplumlar ne şöhretlerine sahip çıkar, ne de ellerinden tutar, tam bir tüketim toplumudurlar ve en hızlı tükettikleri şey, duygularıdır..

Yüksek kültürlü, her şeyin bol ve kolay ulaşılabilir görünümün ardında bu tip toplumun en ulaşamadığı, esasında en muhtaç olduğu şey, gerçek anlamda insani ilişkiler, sevgi, merhamet ve şefkat duygusudur. Şu bir gerçektir ki, aile, toplumsal tarihsel gelenek, derin kültür ve milli ülküyü ve en önemlisi inancı yaşatacak araçlardan mahrum edilmiş bir toplumda en önce yozlaşacak ve kaybolacak şey insani ve manevi değerlerdir.

Bu yüzden gençlerimize yaşamın gayesini, dünya hayatı ile ölüm sonrası bizi bekleyen sonsuz planı, nereden ve ne için geldiğimizi, Allah’ın bizi nasıl bir sevgi ile yarattığını ve bizlerin içinde O’nun sevgisinden tecelli eden ruhun bulunduğunu, bu ruha ne kadar özenle sahip çıkmamız gerektiğini, birbirimize Allah’tan ötürü nasıl sevgi duyacağımızı, kardeşliği anlatabiliyor olmalıyız.

Gençlerimizin karşısına çılgınca dizi, magazin, gece hayatı programları değil, yaradılış gerçeğini ilmi olarak anlatan eserleri, Kuran’daki hakikat ve bilimsel mucizeleri, iman hakikatlerini, insanın içinde sanata, mimariye, estetik ve zevk duygusuna şevk uyandıran bilgileri koyalım. Hatta bu çağrıyı sadece ailelere, anne-babalara değil, devletimize, Milli Eğitim Bakanlığına, Sivil Toplum Kuruluşlarımıza da yapalım. Bu etik ve ahlak eğitimi genel eğitim sistemimizin ayrılmaz, elzem bir parçası olmalıdır.

Bu gerçekliği iyi kavrayan gençlerin ilgi odağı ne alkol olur, ne de başka kötü alışkanlıklar. Kuran okuma alışkanlığını bilimsel gerçeklerle paralel öğrenen birisinin ilgi odağı, bilim olur, teknoloji olur, okumak, araştırmak, sanatla uğraşmak, çevresini güzelleştirmek olur.. Her şeyden evvel kendi öz varlığını, kendi ruhunu güzelleştirmek, çünkü Kuran’ın bildirdiği güzellikler çerçevesinde yaşayan insanın en çok gözetlediği şey tüm evrenin Yaratıcısı ve dünya sonrası asıl gerçek hayatı tarif eden Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmaktır.


Ferda Ozcan
Twitter: @FerdaOzcan